İllər sonra yurduna qayıdan tibb bacısı

İllər sonra yurduna qayıdan tibb bacısı

Türkiyəli yazar Həsən Barın Birinci Qarabağ müharibəsində qaçqınlıq həyatı yaşayan tibb bacısının torpaqlarımız azad olunandan sonra öz evinə qayıdarkən hiss etdikləri haqqında yazı qələmə alıb.

AzerTimes yazını orjinalda təqdim edir:

Yüzyıllar öncesinden kaçmış gelmiş gibi duran yıkık harabeye doğru yavaş adımlarla yürüdü. Birden sağa doğru döndü, çocukluğundaki koca dut ağacının bulunduğu yerde, savaşa vicdansızlıĝa inat ondan doĝup büyüyen kalan yavru ağaca doğru ilerledi, ağacı önce okşadı, öptü. Sonra geçmişine yürür gibi harabe evin parça parça olmuş merdivenlerine doğru yürüdü, merdivenin ilk basamağını huşu içinde öpüp basamağına alnını koyarak bir kaç defa öptü, sonra doğrulup merdivenleri yavaş yavaş çıktı. Basamakları yavaş yavaş çıkarken, annesi vefat etmeden korkmasın diye çıkarıldıĝı, sonradan annesi onu isteyince tekrardan getirildiği “ kardeşin sana emanet” dedikten kısa bir süre sonra vefat ettiği, annesinin en son sağ gördüğü odayı hatırladı. Gözleri doldu ama ağlamadı.

Aynı duyguyu otuz sene sonra gördüğü annesinin mezarının mermerlerini sularken de yaşayacaktı. Evin yarısı olmayan taş çerçeveli penceresine gözü kaydı. Sanki ilk yapıldığı esnada cam takılması unutulmuş fikrini desteklercesine. Pencerede küçük cam parçası bile kalmamıştı. Cansız pencereye bakınca, kardeşini avutmak için bulduğu camları iple bağlayarak bebekler yaptığını;

Annesi öldükten sonra tekrar gelecek umuduyla pencereden bakıp “anne anne” diyerek ağlaya ağlaya bekleyen kardeşini, onu teskin etmek için annesi gibi kucağına yatırıp, aĝlayan kardeşini rahatlatmak için aynı odada uyuttuĝunu hatırladı.

Şu anki gerçek şuydu:

Annesi ölmüş, ev ise otuz yılın aĝır darbeleriyle can çekişiyordu. Yavaş yavaş evin en üst katının duvarına kadar çıktı. Komşuların harabe evleri görünüyordu çocukluğunun rengi olan komşuları yoktu.

Geçmişinden bir canlı görürüm umuduyla dikkatlice etrafı taradı. Sadece canlı olarak bitkiler vardı. Canlı belirtisi olmasına bitkilerin bari olmasına sevinsemiydi; yoksa sadece bitkilerin kalmasına üzülsemiydi bilemedi. Çıngıraklarının sesiyle çok uzaklardan biz geliyoruz diyen koyunlar, vakvaklamaları dağlarda yankılanan kazlar, hem evin ailesinden olan kediler, koyun ve ev bekçileri olan köpekler de ortalıkta görünmüyordu.

Köpekler deyince aklına birden bir köpek geldi. Komşusunun köpeği Ermeni adı verilmiş olan Şarik! Birden Şarik’le yaşadığı anılar gözünde canlandı. Babası, “babası ben köpeğime Ermeni ismi vermem” demişti vermemişti de; ama komşuları Mustafa amca vermişti.

Küçük kız ile köpek arasında;

Birisi insan yaşına, diğeri de köpek yaşına göre çocuk olmalarına rağmen anlamsız, garip bir husumet vardı. Kmbilir, belki de bu husumetin sebebi ikisin de çocuk olmasıydı. 10-11 yaşlarında kız çocuğuyken gitmek zorunda olduğu üç yüz metre uzunluğundaki çeşmenin yolunda Şrik’in saldırısına uğramış, elindeki su bidonlarını Şarik’in kafasına vurarak zaman kazanmış, yardıma koşanların sayesinde zor bela kurtulmuştu. Aralarındaki, uzaktan gören için komik olan ilk çatışma böyle yaşandı.

Karşı saldırı daha zekiceydi;

Nasıl mı? İntikam ateşiyle yanan küçük kız, evlerinin önündeki büyük dut ağacının arkasına saklanıp, sürüden gelen ve sürünün arkasından gelen, Şarik’e ıslık çalıp çağırdıktan sonra evinin ikinci katına çıkıp, Şarik’i bekler. Yiyecek birşey verecekler umuduyla kuyruğunu sallaya sallaya gelen Şarik tuzağı yutar. Şarik merdivenin başına gelince de küçük kız önce Şarik’e planın bir parçası olan ekmekleri atar; Şarik onları yerken de silah olarak eteğinde sakladığı taşları.

Arkasından diğerinin karşı saldırısı:

Şarik, küçük kızdan kopye çekmiş olsa gerek, suya giderken yol kenarındaki ağacın arkasına saklanıp küçük kıza saldırır ve bu kez bacağından da olsa dişlerinin hepsini kızın bacaĝına tam isabet ettirerek kızı hastanelik eder. Küçük kızın hemşirelik okuluna gitmesiyle fiziki uzaklıktan kaynaklı kız ile Şarik aralarındaki süregelen bu savaş mecburen de olsa ateşkesle sonuçlanır. Hemşerilik okulu biter bitmez, Karabağ’daki çatışmaların şiddeti artar. Hemşeri (tıp bacısı) klarak İlk görev aldığı sahra çadırında ağır yaralanır, aylar süren tedavi sürecinden sonra tekrar cepheye gider. Yaralı olduğundan cepheden yaralı gelen askerlere bakmasına müsade edilmedi. Köyünün gidiş geliş istikametinde olan yola yakın yerde durur, bir tanıdık görürüm umuduyla; evlerini, geçmişini, anılarını, mezarlarındaki atalarını arkalarında bırakarak giden; savaştan önce yarınları belliyken, uzun yıllar devam edecek belirsizliğe doğru göç eden insanları acı içinde seyrediyordu.

Günlerden işte o gün:

Alabildiği kadar eşyasını almış koyunlarıyla isteksizce göç eden bir aile, ailenin arkasında koyun sürüsü, koyun sürüsüne refaket eden köpekler gözüne çarptı. Bu köpeklerden beyaz tüylü iriyarı olan köpek, üzerine şimşek çakmış gibi birden durdu; kafasını havaya kaldırıp, burnuna gelen kokunun nokta tayinini yaptıktan sonra kokunun geldiği yere doğru koşmaya başladı. Tıp bacısı, kendisine doğru koşan köpeği görünce yerinden doğrulup, gözlerini uzaktaki hareket eden beyaz koca bir yumak gibi görünen canlıya doğru odaklayıp baktı. Bu koşu, çocukluğundan alışık olduğu saldırı koşusu değil, her patide ayrı bir hasret kokan, yaklaştıkça kokunun şiddetinin arttığı eski bir dosta kavuşma koşusuydu. Üzerine doğru gelen beyazlık yaklaşınca, geçmişteki anılarda beyninde depolanan bir fotoğraf gözünün önüne geldi, o fotoğrafla gelen canlıyı eşleştirdi.

Evet oydu.Birden vücudunda titremeyle karışık bir serinlik oluştu, önce ovaya yayılan, sonra dağlarda yayılan iki aynı kelime yankılandı.

Şarik, Şarik! Şarik, kokunun merkezine ulaşınca, ön ayaklarını hedefine doğru yükseltip, hedefinin omuzlarına, boynunu da boynuna dayadı. Sonra tıp bacısı çömeldi, hasretle kollarını Şarik’in boynuna sarılıp, hasretle onu öptü.

Uzun süre birbirlerine sarıldılar. “Şarik, sen ha! Nasıl tanıdın beni” diye ağlayarak Şarik’in gözlerine doğru baktığında ağlayan göz sayısının ikiden ibaret olmadığını farketti. Sahra hastanesine girer, ekmek su getirir, ekmeği ıslayıp Şarik’in önüne koyar. Sarik çok açtır, savaş şartlarının imkanlarıyla sunulan bu daveti hiç geri çevirmez; Çünkü çok yorgun ve aç, susuzdur. Önceden ateşkesle biten çatısmalar, artık barış antlaşması ile sonuçlanmış, sarılmalar, ekmek, su ise barış anlaşmasının kalplere yazılan maddeleri olmuş, böylece aralarındaki savaş, anıların tozlu sayfalarında hoş bir anı olarak kalmıştı. Artık, köpek ile insan arasında savaş yoktu ama hastane içindeki yaralılar, dağlarda yankılanan silah sesleri insanla insan arasındaki savaşın devam ettiğini belgeliyordu. Saatler bu şekilde hasret gidererek geçer. BAyrılık zamanının geldiğini ilk önce Şarik farkederek, gitmem gerekiyor der gibi önce yola bakar sonra ise eski düşman yeni dostuna!

“Şarik, sana yaptıklarımdan ötürü özür dilerim, hakkını helal et” Şarik, sarılır, gene gözlerinin yuvalarında yaş dolar, bir damla sonra bir damla daha yerçekimine dayanamaz, fazla değil bu olaydan on gün sonra düşman eline geçecek olan toprağa düşer. Farklı dilde de olsa o da özür dileyip helallik istiyordur. Helalleşme töreni bitince bir daha görmeyeceklerini bildiklerinden son defa sarılırlar. Şarik, saatler önce giden sürünün gittiği yöne doğru yönelir, son defa arkasına bakar; Şarik, gözden kaybolur kaybolmaz, insan hıçkırığını andıran bir uluma sesi dağlarda yankılanır;

Ayrıldıĝı yerde ise insan hıçkırıĝının ta kendisi!

Günümüzde bile;

Köpek, köpek olmasına rağmen insanlaştığı halde; bazı insanların, en azından görüntü olarakta olsa insan olmasına rağmen hala köpek kadar bile insan olamaması ne garip değil mi!..

Teqlər: