Çanaqqala savaşl: O qədər yaralı vardı ki…

Çanaqqala savaşl: O qədər yaralı vardı ki…

Bu gün Çanaqqala Zəfərinin 108-ci ildönümüdür.

AzerTimes türkiyəli yazar Həsən Barının Çanaqqala Zəfəri ilə bağlı yazısını orijinalda təqdim edir:

8 Dakika Okuma Süresinde

ÇANAKKALE SAVAŞI, SADECE ASKERİ ZAFER DEĞİLDİR!!!

ÇANAKKALE SAVAŞI, SADECE ASKERİ ZAFER DEĞİLDİR!!!

Yapılan konuşmaların, tanıtımların genelinde, Çanakkale Savaşı’nın askeri başarısından bahsedilir. Ama Çanakkale Savaşı sadece askeri bir zafer değildir.

Türkçe’de, hastaneden kurtulmak anlamına gelen taburcu kelimesi vardır. Peki nasıl ortaya çıkmış biliyor musunuz?

Çanakkale Savaşı’nda yaralanan askerin, hastanede tedavi süreci bitip, artık iyi olduğu için hastaneden çıkarıldığında; o asker, evine gidebileceği halde savaşa devam etmek için hemen bağlı bulunduğu tabura gidermiş.

Bu o kadar yoğun yaşanmış ki, Türkçe’mize taburcu kelimesi hastaneden ayrılma anlamında kullanılmaya başlanmıştır.

Çanakkale Zaferi, sadece askeri zafer değildir;

Aynı zamanda, Çanakkale Savaşı’nda kullanılan bir kelimeyi, sözlükler dolusu anlamlar yükletecek kadar büyük olan maneviyatın zaferidir!

Her biri, ders verirken yürek parçalayıcı ne olaylar;

Verilen savaş molasında askerlerimizden bir tanesi savaş meydanında gezerken, su, su diye bir ses duyar. Asker, hemen matarasını çıkarıp su isteyen yaralı askere doğru koşar. Askerin yanına gelip tam matarayı ağzına yaklaştırdığında başka bir askerin su istediğini duyar. Yaralı asker, diğer su isteyen silahtaşının yarasının daha ağır yaralı olduğunu, onun suya daha fazla ihtiyacı olduğunu fısıldayarak kendinden önce ona vermesini ister. Asker, elindeki matarayla hemen diğer askerin yanına koşar, ikinci asker de, biraz ilerde ağır yaralı olan yaralı askerin kendinden daha kötü olduğunu söyleyerek, yanına su vermek için gelen askeri diğer yaralı askere yönlendirir.

Zaman, ısrar edilecek zaman değildir, asker elindeki matarasıyla koşa koşa en son yönlendirildiği askerin yanına gelir ama maalesef askerimiz o yanına gelinceye kadar şehadet şerbetini içmiştir. Hemen ikinci askere koşar, o da şehit olmuştur, zaman, yetişememenin üzüntüsünü, işe yarayamamanın ezikliğini da yaşayacak zaman değildir, hemen ilk gittiği askerin yanına koşar; o da, arkadaşımın daha çok ihtiyacı var dedikten kısa sonra kısa süre sonra şehit olmuştur.

Asker, elindeki matarayla toprağa çöker kalır; artık zaman, elindeki mataradaki şehitlere nasip olmayan suyun daha fazlasını gözlerinden boşaltma zamanıdır. O da çaresizce onu yapar.

Çanakkale, sadece askeri zafer değil, aynı zamanda; en gereksinim duyduğunda, en zoraki ihtiyaçtan bile, silahtaşı için vazgeçebilmenin verdiği nefis mücadelesinin zaferidir!

Gene bir savaş molası: İngiliz general, savaş meydanına gezerken, bir Türk Askeri’nin, yaralı İngiliz Askeri’ne yardım ettiğini şaşkınlıkla şahit olur. Türk Askeri’ne dikkatle baktığında, göğsünde derin bir süngü izi olduğunu, derin yarasının ot benzeri bir bitkiyle kapatıldığını, hala da yaradan kan aktığını, yardım ettiği düşman askerinden de daha kötü olduğunu inanmak istemediği şaşkınlığın verdiği titremeyle gözlemler.

Askerlerine, yardım eden Türk askeri’nin durumunu sorup, tanık olduğu olaydan kısa süre sonra şehit olduğunu öğrenince, toplumuna yabancı olan anlam veremeyerek tanık olduğu olayı beyninde istemeden de olsa tekrar yaşayarak, gözyaşlarına hakim olamaz.

Çanakkale Savaşı, sadece askeri zafer değil, savaşta bile, kendi ağır yarasını unutup, savaştığı düşman askerine yardım edecek, düşman generalini ağlatacak kadar Türk Askeri’nin insanlığının zaferidir!

Çanakkale Savaşı günlerinde, İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi ve normal ders akışı: Hoca ders vermek için sınıfa girer, ama anormal olan bir durum vardır; elli beş kişilik sınıf bomboştur. Sağa sola bakarak umutsuz gözlerle öğrenci arayan hocanın gözüne tahtadaki kısa yazı ilişir.

Yazıyı okuyan hocanın şaşkınlığı kat ve kat artar:

Hocam, biz savaşa gidiyoruz, hakkını helal et!

Ders vermek için heyecanla sınıfa gelip sınıfı boş gören hocaya, o sınıfta olması gereken elli beş öğrenciye bir daha ders vermek nasip olmaz!

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi, 1921 yılında hiç mezun veremez!

Asıl, sizler haklarınızı helal edin!

Çanakkale Savaşı, sadece askeri zafer değil;

Gencecik çocukların, vatan sevdasının, şimdikilerin de hayalini süslediği doktorluk gibi istikbalin önüne geçeceği; istikbali, gençliği, gençlik hayallerininin, vatan,bayrak uğruna yere seren; gencecik bedenlerin kanlarıyla Çanakkale

Geçilmez yazıldığı, noktanın şehitlik olan ölümüne vatan sevdasının zaferidir!

Gene şiddetli çatışmaların yaşandığı, ortalığın toz duman olduğu esnalardan birinde; asker komutanın yanına gelip, heyecanla: “Komutanım, tüfeğim bozuldu, tetik basmıyor” der. Komutan önce askere bakar, sonra tetik üzerindeki parmağın olması gereken boşluğa; dudaklarını ısırır, titreyen bir sesle: “Tetikte sorun yok oğlum, parmağın kopmuş” der.

Çanakkale Savaşı sadece askeri zafer değildir.

Vücudun bir uzvu koptuğunda bile vatanı korumaya şartlanmış bünyenin, o uzvun yokluğunun acısının hissedilmediği yerdir.

Çanakkale Savaşı esnası’nda o kadar çok yaralı vardı ki, akşamdan sabaha kadar verilen ateşkeslerde bile, savaş meydanından yaralıları götürmek nasip olmuyordu.

Hastahaneler tıka pasa dolu olduğundan, doktorlar ancak yaşama şansı olanlara bakabiliyordu.

Vücudu parça parça olmuş, zamanı sayılı, yaşama şansı olmayacak kadar ağır Yaralı genci yaşlı doktorun önüne getirdiler. Doktor şöyle bir yaralıya bakıp, istemeyerek de olsa ölüm fermanını onaylar gibi ;”götürün bu genci, der”. Yaşlı doktor, ağır yaralı askeri tanıyamaz ama, yaralı asker doktoru sesinden çok iyi tanır.

Parçalanmış yüzün kan denizinin içindeki küçük bir ada gibi görünen gözler yaşlı doktora doğru döner, zor da olsa döner, ağzından çıkan kanın müsade ettiği kadarıyla belli belirsiz iki defa şu eş kelimeyi söyler.

Baba, baba!!!

Yaşlı doktor ölümcül yarası olan ölümün kucağına bıraktığı oğluna şöyle bakar, zaman üzülecek zaman değildir, evladı da olsa dönüp gider, kurtarılabileceği daha çok evladı vardır. Evladını ancak bir gün sonra görmeye vakit bulabilir.

Oğlunun, iki eş kelimeden oluşan bir kelimelik konuşmasına, parça parça olmuş, kanlı vücuduna sarılır.

“Oğlum, Evladım!”

Çanakkale Zaferi sadece askeri zafer değildir; evladının ölümcül yarasına, kısa süre sonra da öleceğini bile, bile evlad acısının bastırılıp; zamanının kendi evladına değil diğer vatan evlatlarına ayrıldığı, zamanın, önceliğin karıştığı yerdir.

Ulu önder, yıllar sonra bile Çanakkale Zaferi’nin sadece askeri bir zafer olmadığını şu yaptığ ve yazdığıyla perçinler.

Atatürk; 1934 yılında Avustralyalı ve Yeni Zelandalı annelere şu mesajı göndermiştir. “Bu memleketin toprakları üzerinde kanlarını döken kahramanlar! Burada bir dost vatanın toprağındasınız. Huzur ve sükûn içinde uyuyunuz.”

Çanakkale Zaferi, sadece askeri zafer değildir;

Aynı zamanda, bir komutanın, ülkemizde vefat eden düşman askerlerinin acılı annelerinin, duygularını anlayacak kadar empatinin, Türk’ün koskocamanca vicdanın zaferidir.

Çanakkale Zaferi’nin, askeri zaferler haricindeki yürek burkan manevi zaferlerini anlatmakla bitmez.

Vatan Şairi ne güzel demiş:

Vurulmuş tertemiz alnından, uzanmış yatıyor,

Bir hilal uğruna ya Rab, ne güneşler batıyor!

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker!

Gökten ecdad inerek öpse o pak alnı değer.

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhid’i…

Bedr’in aslanları ancak, bu kadar şanlı idi.

Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?

“Gömelim gel seni tarihe desem”, sığmazsın.

Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber,
sana ağuşunu açmış duruyor Peygamber!

Yazıma burada son verirken, bize Çanakkale Savaşı’nın gururunu yaşatan; ebediyete göçmüş şehit ve gazilerin aziz ruhlarının önünde saygıyla eğiliyorum.

Sağlık, huzur, saygıyla kalın!

Teqlər: