Türkiyənin Baxçaşəhər Universitetinin Strateji Araşdırmalar Mərkəzinin rəhbəri, terror və təhlükəsizlik məsələləri üzrə tanınmış ekspert Abdullah Ağar “İftiralara cavab” adlı yeni köşə yazısı yazıb.
AzerTimes mövzunun əhəmiyyətini nəzərə alaraq yazını orijinaldan təqdim edir:
“Sanırım sizler de farkındasınız!
Bir süredir yoğun bir saldırı altındayım. Görülen ve görülmeyen birtakım metotlarla beni yok etmeye, baskı altına almaya, itibarsızlaştırmaya, ayağımı kaydırmaya, şeytanlaştırmaya çalışıyorlar.
Ağzımdan çıkan sözleri kesip biçiyor, maniple ediyor, geçmişimi eşiyor, işlerine yarar bir malzeme bulup kullanmaya çalışıyor, ürettikleri güç, etki, nüfuz ve sızmayla devleti, siyasi iradeyi ve medyayı benim aleyhime-kendi menfaatleri doğrultusunda kullanmaya çalışıyorlar.
Ellerinden geleni yapabilirler.
Anadolu’da; “Arkasından 40 itin havlamadığı bir kurt, kurt sayılmaz” diye bir deyim vardır.
– Dağda 3 kurşun yediğim halde bırakmadığım mücadelem nedeniyle sadece PKK’lı teröristler tarafından değil, terörün televizyonu Sterk Tv’de bizzat örgütün lideri Başyılan M. Karayılan tarafından tehdit edilen ve hedef gösterilen…
– FETÖ’nün sayısız iftirasına, kumpasına, operasyonu maruz kalan, Ergenekon kuyusuna atılan…
– Yasadışı silahlı sol terör örgütlerinin tehditlerine maruz kalan…
– Dini ve dindarı istismar eden pek çok şirk yapısının baskı, tehdit ve iftirasına uğrayan, maniple edilen…
– Radikal terör örgütlerinden tehditler alan…
– Bazı etki ve güç odakları ile bazı devlet ve istihbarat servislerinin yemlemeleriyle, bal tuzaklarıyla karşılaşan…
– Kendi dünyasında beni hasım ve engel görüp ‘hasediyle-hesabıyla-buğzuyla-çekememezliğiyle’ akıllarınca şahsıma karşı dolap çevirenleri, entrika ve itibarsızlaştırma operasyonları yapanları gören, yaşayan biri olarak.
Yani arkasından değil 40 iti, 40 it sürüsünü havlatmış bir vatan evladı olarak bunlar da beni şaşırtmadı.
Gazze dramı başladığında bir şey gördüm, bir şey hissettim.
Ortada yaşanan korkunç bir acı vardı, bir o acıyı yüreğinde yaşayanlar, bir de o acıyı istismar edenler!
Sorun da ilk buradan çıktı zaten…
Gazze’deki kıyım nedeniyle toplumda bir öfke, bir nefret ve bir şey yapamamaktan kaynaklanan büyük bir gerginlik/hassasiyet vardı ve ilginç bir şekilde bu öfkeyi, çaresizliği, nefreti ‘kendi menfaatleri doğrultusunda’ kullananlar türemişti. Bunlar sinsi bir şekilde öfkenin, nefretin, çaresizliğin ürettiği sosyo-psikolojik dalganın üstüne binip kendi yelkenlerini dolduruyor ve yollarına bakıyorlardı.
Bense bu ikiyüzlülerden olmamaya kararlıydım, Gazze’deki masumlara nasıl yardım edilebilir, insanlığın, coğrafyanın, Türkiye’nin lehine nasıl bir akıl ve etki üretilebilir düşüncesiyle, çabalayıp duruyordum.
Onlar gibi duyar kasabilirdim, onlar gibi konuşup yoluma bakabilirdim, acıyı-öfkeyi-çaresizliği onlar gibi istismar edebilir popülizm peşinde koşabilirdim, Gazze’deki masumların kanını içip beslenebilirdim, dinin-devletin ve milletin, başka devletlerin ve güç odaklarının çıkarına manipüle edilmesini seyredebilirdim.
Yapmadım.
Evet, ben bunları yapmadığım için suçluyum!
Çok şükür ki, böyle bir suçum var ve artık bunlarla (dünyada olmasa bile) mahşerde görülecek bir hesabım var.
Bilin isterim:
Gazze’deki masumlar başımın tacıdır, o acıyı yüreğinde yaşayanlar başımın tacıdır, ama bu acıyı istismar edenler, o masumların kanından beslenenler ayaklarımın altındadır.
Şimdi de bir sitemim var…
Bunların ayak oyununa gelenler, devletin, siyasetin, medyanın gücünü bunlar lehine-benim aleyhime kullandıranlar, fırsat sunanlar… Bir de olanı biteni görüp de sessiz kalanlar… Bütün yaptıklarım, ettiklerim, dediklerim 40 yıldır apaçık ortadayken sizlere de yazıklar olsun. Sizleri de Allah’a havale ediyorum.
Bir sitemim de bunlara inanıp benden şüpheye düşenlere… Sizden de bir ricam var. Bütün bunlar beni takip eder, arkamdan yazar, çizer, montaj çeker, manipüle eder, kimi dürter muhatap alınmak ister, alıştık bütün bunlara zamanın normalidir, ama benden-bizden olup da bunlara kananlar, peşlerine takılanlar (bırakın sizin için bütün diğer yaptıklarımı, ben sizin için kanımı akıtmışım, tek bu yeter) benden zerre şüphe duyanlar, artık benden uzak dursunlar, benim sizin gibi “bu pisliklerin iftiralarına inanan” dostlara, arkadaşlara, takipçilere kuruş vayım yok.
Şimdi bir sözüm de bunlara… Siz bu kıt ve sığ aklınızla, dogmatik öngörülerinizle, kirli niyet, ego ve popülizm hastalıklarınızla, duyar kasmalarınızla ancak sorunun bir parçası olur, sorunu derinleştirir, Türkiye’nin vekil bir devlet gibi kullanılmasına hizmet eder ve Türkiye’yi büyük bir ateşin içine atarsınız.
Bilmem, belki de niyetiniz budur.
Bir diyeceğim de şu: Teşbihte hata olmaz, Ebu Cehil’in Muhammed (s.a.v) için söyledikleri sevgili Peygamberimizi anlatmaz, ama Ebu Cehil’i çok iyi anlatır! Onurlu, şerefli, namuslu, haysiyetli biri, Müslüman biri, böyle namussuzluklar yapar mı? Bilip bilmeden konuşur mu? Gıybet eder, yalan, iftira atar mı? Ağızdan çıkan sözü cımbızlayıp, bağlamından kopartıp, manipüle eder mi? Organize ve sistematik bir şekilde ve bir güruh halinde algı operasyonlarına girişir mi? Sağda solda, kapalı kapılar ardında ayak oyunları yapar, ayak kaydırmaya kalkar mı? Arkadan dolanır mı? Tek bir adama sürü halinde saldırır, itibarsızlaştırmaya, şeytanlaştırmaya kalkar mı?
Sizin bütün bu yaptıklarınız ve dedikleriniz beni anlatmaz, ama sizi çok iyi anlatır.
Siz bu musunuz?
Kendinizi sorgulamalısınız.
Bu sadece seviyenizi değil, zihniyetinizi, inanışlarınızdaki bozuklukları, ‘Ağar’ı yok edeceğiz’ diye kendinizi konumlandırdığınız yeri ve kimlerin oyuncağı olduğunuzu anlatıyor.
Şimdi bunlar benim kim olduğumu merak ediyorlarmış.
Kendimi anlatmak isterdim ama bu çok doğru olmaz. O yüzden yaptıklarımı, yaşadıklarımı, yazdıklarımı bilen, şahit olan bazı değerli insanların sözlerini ve birkaç belgeyi sizinle paylaşacağım.
Sanırım yeterli gelir.
Saygılarımla…”